8 Kasım 2016 Salı

Neyin Kimin Ne Olduğunu Bilmediği Mecra.

Bir yer var önümde
Ne yer ne de gök var
Ne yerin nede göğün olduğu bir yer burası
Ne senin ne de benim olduğum bir yer
Doğanın olduğu, ölenin olmadığı bir yer
Ne kainat'ta ne de ahirette olan bir yer burası
Burası sadece bura
Biz ise sadece şuran dayız
Sen ben biz ve şuran
Bize biz olmak yeterken şuran da eklendi
Günün aymadığı gecenin kararmadığı bir memleket burası
Ne varız ne de yokuz
Bir hülyada kuluz sadece
Ne görenimiz var ne de görülenimiz
Boşluğun bile boşlukları doluyken
Biz boş bile değiliz
Geçmişin bile geçirmiş olduğu bir geçmişi dururken ardında
Bizim geçilmiş ne geçmişimiz var
Ne de geçilecek geleceğimiz
Bir tek şuran var
Şuranda yaşamayı yaşamda yaşamaya tercih eden
Sen ben şuran var.

12 Eylül 2016 Pazartesi

Big Bang

Tavuzkuşunun kanadındaki renkler kadar bile renk yok hayatımda.
Bir boşluk düşünün, uzayın boşluğundan bile daha boş bir boşluk.
yokluktan oluşan bu boşluk tüm bedenimi ele geçirmiş.
kim bunun şavaşçıları,
boşluğun savaşçıları da mı boşluktan yoksa.
içim bir küp kadar boş.
bir sevgi atılsa içime,
o da boşlaşacak
boşluğu boşluktan başka bir şeyle dolduramazsınız.
bir boşluk ata sözü
big bang gerek bana.
bir varoluş.
gezegenler oluşsun, organizmalar.
tanrı adem ile havva koysun.
evrimi yalanlarcasın.
bir big bang lazım bana,
nerde satılır bilmiyorum.
patlayan şekerler ile denedim ama olmadı.
big bang!
Nasıl oluşur ki?

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Kabuktan evler

Deniz kabuğundan evler kurulmuş şehirlere
Kaplumbağa kabuğundan arabalar.

4 Ağustos 2016 Perşembe

28 Temmuz 2016 Perşembe

Yokluğun yok olduğu.

Televizyon yoktu.
Gazete de her zaman olmazdı.
Öyle güzel cahildik ki,
Keyfimiz bozulmazdı.
Dışarıda kar
İçeride yar
Soba yanar
Üstünde çay kokar
Toplanmış atalar
Hikayeler, hatıralar
Dışarıda kar
Kimin umurunda
Ne güzel cahildik o yıllar.

24 Temmuz 2016 Pazar

Psikolojisi bozuk adam.

Umudun var olmayı unuttuğu bir yerde insanların tek derdi olur.
Ya umutlar da biterse?

-Psikolojisi bozuk adam : Sikerim umudu.

Kıtalar arası ölüm

Yaşamak, Ölümün Diğer adıdır.
Soğuk Yaşamın aksine sıcak Bir yaşamdır, yaşamak.
Bir Kapıyı kapatıp Başka Birini açmak diye tabir edilse de,
Asıl Olan kıta değiştirmektir.
Güney Yaşam
Kuzey ölüm.
Ikisi arasındaki ince çizgi ise hastalık.

24 Nisan 2016 Pazar

Atilla ilhan-ı yad

Kimsesiz bahçelerde dolaştığı belli yapayalnız.

Biz yalnızlıktan doğduk  
Bir kaç litre kan            
Bir hayli kemik            
Epeyce korku            

Sanki bir tesbih koptu tane tane savrulduk.

Elimi tutuyorlar ayağımı
Yetişemiyorum ardından

Sokaklar kuşatılmış.

Düşersen ölürsün.

Kan tutar / tutan ölür.
Göz görür / gören ölür.
Ses gelir / duyan ölür.
Koşan ölür.
Duran ölür.
Yapan ölür.
Ölen ölür.

Dağılmış gaz dumanı.
Işık içinde yüzüyor bedenler.
Neresinden baksan              
Gözlerin kamaşır.              

Oysa ben akşam olmuşum.            
Yapraklarım dökülüyor, usul usul.

Ben yalnızlıkta doğmuşum.

Bir kaç litre kan.  
Bir hayli kemik.  
Epeyce korku.  

9 Nisan 2016 Cumartesi

Ay-Bank-Tren

Öyle çok bekledim ki seni,
Öyle çok düşündüm ki,
Sonra ne oldu bilmiyorum.
Bir ara evlenmişim ama hala bekliyorum.
Bir ara çocuk bile yapmışım,
Hangi ara olduğunu bilmiyorum,
Derken bir ara aynaya baktım ki,
Ben ben değil başkası olmuşum.
Ama hala bekliyorum.
Evet bekliyorum,
Bekliyorum ama neyi beklediğimi hatırlamıyorum artık.
Yanağındaki çukuru anımsıyorum, yüzünü anımsayamasamda.
Ama artık gidiyorum,
Resmine bakarken bile anımsayamadığım bir devrandayım artık.
Resmini de bıraktım gidiyorum.

(Tren Ay'dan ayrılıp evrenin merkezine doğru kornasını çalarak kayboldu)

5 Nisan 2016 Salı

Çocukça düşler.

Güzel şeyler geçicidir.
Aslında geçici olmayan tek bir şey bile yok.
Bizler de geçip gittiğimizde,
Olur ya hani, tekrardan doğarsak.
Bir şarkı sözünde buluşmak isterim seninle,
Ölümsüz olma dileğiyle,
Taki son kulak bizi unutana dek.
Ama yok,
Son kulak unutsa bile bizi,
Uzayın karanlık boşluğunda seyir etmek isterim seninle.
Hani derler ya, senin olduğun yer cennet bana,
Bu öyle bir cennet ki,
Tanrıların bile bilmediği güzelliklere sahip.
Tanrı demişken,
Tanrılar lolipopun tadını bilir mi?
Bence bilmiyorlar.
Şayet bir çocuk gibi bilselerdi tadını,
Gezegenleri lolipoptan yaparlardı,
Güneşi patlayan şekerden,
Belki insanları da pamuk şekerden yapardı.
Hee, bu arada unutmadan,
Seni seveceğimi bildiklerinden çıkardılar karşıma.

28 Mart 2016 Pazartesi

Oralet

Yaşamak gerek bazen,
Bir an,
Bir sayfa,
Bir gün,
Yaşamak gerek ama sadece bazen.
Kimyası bozulmuş çünkü yaşamın, düzenin.
Ne denizin H2O'su kalmış,
Ne de ağaçların oksijeni
Bakkalı sorarsan bisküvi, ekmek akıyor damarlarından.
Terledim mi çocuk doğuruyor bezlerim.
O değil de,
Kahveci Rıfat Abi üzdü beni asıl.
Oralet'e yakalanmış.
İki ay yaşar yaşamaz deniyor.
Anlayacağınız o ki dostlar, dünyanın iyice çivisi çıkmış.

Yalnızlığa düşmüş beden

Yıldızlar gibiyim kendimi bildim bileli,
Ne kadar çok görünsek de gökyüzünde,
Yakından bakıldı mı, etrafımız sonsuz boşluklarla doludur.
Yalnızlığı en iyi yıldızlar bilir,
Yalnızlık Yaradana mahsustur demişler,
Ben yalnız olmayan tek bir kişi görmedim,
Ne tuhaf bir memleket bu dünya,
Ağlamaya ne çok sebep veriyor,
Sen mutluluğa koşarken,
Mutsuzluk da sana koşuyor,
Mutsuzluğu bu sebepten aramaz kimse,
Kuyruğunu yiyen yılan gibi,
Süre giden bir halka,
Bir şeyi çok istediğinizde olur diyenler var ya,
İşte onların kafalarından kıvılcım çıkarmak gerek.

15 Mart 2016 Salı

Devrimci

Herkes gidiyor.
Ölenler de yaşayanlar da
Kimi kahpe bir kurşunla
Kimi taşla sopayla
Kimi de boğazında iple
İnsanlar sürekli ölüyor, genç yaşlı.
Öyle ki
O kadar çok ölmüştük ki bitmiyorduk.
Ben ölüyordum
Bir başka ben geliyor o da ölüyor
Sonra bir başka ben
Hiç bitmedik
Taki yer kandan gözükmeyene dek.
Bir şey istemiştik sadece
Gülen, tok, sıcak insanlarla dolsun hayat.
İnsanlar tutuklanıyordu
İnsanlar durmadan bir yerlere tıkılıyordu
Dövülüyor, sövülüyor, işkenceden geçiriliyordu
İnsanlar katlediliyordu
Bütün demokrat devrimci
Bütün insanlar hayatın bir tarafında yok ediliyorlardı
Bu yoldan dönenlerde oldu
Mum gibi sönenler de
Yar göğsüne baş koymadan ölenler de
Nice büyük insanlar düştü yere kan içinde
Ellerinde özgürlüğü, ekmeği, sevgiyi taşırken büyüyemeden öldüler
Nice anaların
Nice evlatların yüreği yandı
Masa başında kimse bir şey hissetmez
Masalar duyguları emer
Nasıl tok açı bilmezse
Gülen de ağlayanı bilmez
Emirler yağdırmak zor değil
Umut dolu bedenler toplamak zordur yerden
Öldü o umutlar ama bilin ki boşa ölmedi
Şimdi eğer o umutlar o canlar yanmasaydı
Belki hala tüp kuyruğunda olacaktın

Sen seni zora sokuyorsun
Sen bizi zora sokuyorsun
Oysa ki
Sen cahil kalma diye onca insan toplandı yerden.

23 Şubat 2016 Salı

Ölüm bir tırtıl bedeninde doğup, bir kelebeği öldürür.

Ölüm bir tırtıl bedeninde doğup, bir kelebeği öldürür.
Önce değiştiriyor bizi,
Başka başka kişiliklere
Ardından neden değiştin diye öldürmeye başlıyor.
Ölüm shakespeare oyunlarında ki gibi davranıyor bize.
İhanet, intikam, acımasızca.
Shakespeare oyunlarında ensest ilişki de çok olur ama,
Ölümün bunu herkese sunmadığından gölgede bırakıyoruz.
Ölümün de öldüğü gün,
Adaletin doğacağının garantisini veremem ama,
Umut ışığını aydınlatmak isterim.
Beyaz perdenin ardına geçtik mi,
Bir huzur bulacak ruhlar.
Ve kimsenin sunmadığı adalet sunulacak her birinize.


22 Şubat 2016 Pazartesi

Asuman

Hayat öyle sıkıcı ki Asuman,
Rüzgar işlemiş,
Soluğumdan geçerken rüzgar bile sıkılıyor.
Oturup bir film seyredim diyorum,
Charlie Chaplin bile değiştiremiyor bu içe sinmiş sıkıcılığı.
Gönül isterdi ki balık doğsaydım.

Bir müzik başlasaydı çalmaya. İspanyolca.
Bir küçük kız oynamaya başladı.
Bir kuş doğdu gözleri kapalı.
Bir arı havalandı, kanatlarında toz taneleriyle...

Bir türkü çaldı. Farsça.
Bir gelin oturdu, kırmızı kınalı elleri ile yatağın kenarına.
Bir ışık söndü, ardından milyonlarcası.

Hayat öyle sıkıcı ki Asuman.
Tüm kandiller söndü,
Tüm müzikler sustu,
Tüm hayaller durdu Asuman, saatler gibi...

17 Şubat 2016 Çarşamba

Kahve lekesi

Geldiğinde masamda bir çok kahve lekesi belirmiş olacak,
Sana kaçırmadan anlatmam gereken aylar biriktirdim
Biraz sessizlik olacak,
Cümlelerim topallayacak,
Ağır aksak kelimelerle soracağım; Nasılsın?
Sen hüzünlü gözlerini uzaklara salacaksın,
Herkesin unuttuğu küçük bir çocuğa gülümseyerek,
İnsanların koşarak geçerken fark etmediği selpakçı amcanın gülüşüne karşılık verircesine,
Orada mutlu olduğunu biliyorum ama inan bencillikten değil bu isteğim.
Bir gün hiç gelmemeye karar vererek gidersen,
Bavulumu hazırladım geçmişi koymadım içine,
Adı geçmiş olacak gelecekleri beraber yaşayalım diye.
Susma.
Kelimelerin senin ayak izlerin.
Nereye gittiğini bulamazsa ölür ellerim.
Ölürüm.
Bir daha ayrılığı kaldıramam, yüküm ağır.
Gitme...
Seni seviyorum.
Zülfün kokusu dünyamı kaybettirdi.
Kokuna bir isim bulmaktan vazgeçtim,
Geleceğim hiç belli olmadı,
Hurafelerin yüzeyselliğinden dilim varmadı,
Nerede bizim geliş ve gidişimizdeki yarar.

Bir çiçek kurtarıldı avuçlarımda solmadı,
Mavi mi pembe mi ayırt edemiyorum renkleri.

Biz çocukken ev ekmekleri vardı.
Eskiden mertlik vardı.

Kimsenin kalbini hiç çaldın mı?
Erguvanlar açmaya başladı!
Bana bir hafta izin verir misin?
Olur da olamazsam buralarda
Yanağında ki çukura saklanmak istiyorum.
Bu yolları yan yana yürümekten yanayım.

Son yükte yüklendi.
Kervandan geri kalmamalısın
Her şeyi bırak sona doğru koşmalısın
Sonuna kadar
Son.

15 Şubat 2016 Pazartesi

Geri dönüşüm.

Hayattan beklentimiz hep uçuk olmuştur,
Yani çoğunlukla
Ama kimse düşünmez öldüğü günü.
Gireceği iki metrelik kara toprağı,
Toprak ayırdı mı gökyüzünden bedenini
İkinci yaşam o zaman başlar.
Önce çürümeye başlar bedenin,
Sonra yenmeye (envai çeşit varlık tarafından)
Yavaş yavaş toprak olursun
Işığın uğramadığı yerde.
Toprağa karıştın mı bir kere yeşermeye de başlarsın.
Otlara yada fidanlara.
Belki bir ağaç olursun, kim bilir.
Ağaç olmak iyi değil ama.
Keserler seni, bir kağıt için,
Sonra.
Sonra belki bir tuvalet askısında bulursun kendini,
Yada bir dostun neticesini silerken...

Deniz anası ve O

Bir deniz anası sordu bugün seni,
Yok dedim
Bir daha geldi
Yine yok dedim
Vardın aslında ama yok dedim
Oturdu bir tabureye
Yaktı piposunu
Bir de ıslık tutturdu diline
Bilinmez türkülerden
Öyle bir oturmuştu ki daha da gitmez bu demiştim.
Demeye kalmadı
Deniz kabuğundan bir haber geldi ve gitti.
Okyanusta isyan çıkmış.

28 Ocak 2016 Perşembe

Eski. Yırtık. Afiş.

Duvarda yırtık bir afişle konuştum
Öylesine içliydi ki
Binlerce karakterden olduğuna mı
Yoksa üzerine basılmış sanatçıya mı büründüğünü bulamıyordu.

Geri dönüşüm dedikleri bu işte.

Sizi bir bütünlükten koparıp
Başkaları ile bütünleştiriyorlar.
Sadece sizin anılarınız yok burada
Bütünü olduğumuz bu afişin
Binlerce anısı var.
Fakat
Tek bir düşüncesi yok.
Yani şöyle ki
Atomu parçaladıktan sonra kasap kıyma makinesini düşünür.

Hee, şimdi diyeceksiniz ki kasap atomu nasıl parçaladı
Elbette bir satırla değil
Satırla, satır satır parçalanan bizler gibi parçalandı.
Yine mi anlamadın

Var git yoluna.
Bir gün.
Bir gün kıyıldığında bulacaksın...

(Dayanamadım yine)
Benlik öyle iyi - kötü bir şey ki, ne yaparsanız yapın, her işin ardında kendinizden bir şey bulacak veya koyacaksınız. Bu ne yaptığınız yada yapacağınız değil, bu siz siniz.
Siz size muhtaç olduğunuz zaman doğacaksınız.

16 Ocak 2016 Cumartesi

Kayıp rıhtım

Kayıp bir manzaraya seyir halindeyim
Kayıp bir güneşe
Kayıp eşya dolabında kayıp bir çanta ile
Kaybolanların kaybını aradıkları kırathanede
Tam üç bardak çay içtim
Şekersiz
Şekerleri iade etmedim.
Ceketimin cebinde ölü bir fare ile
Rıhtıma vardım.
Bir kirpik satın aldım
Birde kaş.
Bir ufuk aldım
Çorabıma sakladım.
Ufkun ufkuna yelken açacaktık ki
Yelkenimiz yoktu.

Yalnızlımı sattım
Yalnızlığımı kapışacak insanlara.

Şimdi yelken açma vakti
Ufuklara,
Hiçliklerin kralı olarak.

14 Ocak 2016 Perşembe

Yastıktan evler

Dar sokaklar gibi hayat
Yastıktan evlerle dolu şehir
İnsanlar var olmasına varlar
Fakat
Pamuktanlar.
Gökyüzü çorba gibi
Bulutlar köpük
Kaynıyor şehir
Gök kuşağından bir kepçe
Karıştırır günleri geceleri.
Geceleri burası sessiz olur
Gezinenler eşsiz olur
Kaçak işçiler sardı dört bir yanı
Üstleri başları yamalı
Yoksulluğa hapsolmuş

Esas yoksul dünyadır aslında
Cennet zengin
Cehennem ise mezar.

Yoksulluk içinde yoksulluk çeken bizler iken
Yoksulluğu çekmeyenler kimler?
Nezarethaneden farkı yok dünyanın
Sanki sınavda yok
Sadece...
Koca bir yoksulluk var.

13 Ocak 2016 Çarşamba

Sevişmek

Sümüklü böcekler gibi sevişelim bu gece
Terimiz bedenimize
Bir birine karışsın
Sonbaharda dans eden kuş sürüsü gibi dans etsin bedenimiz
Ağaçtan düşen sarı yapraklar gibi
Kaldırım taşlarından olsa bile mezarımız
Biz yinede sevişelim
Zafer çığlığı atan askerler gibi.

Metamorfoz

Metamorfoz doğdum,
Sinektim kuş oldum
Kuştum toprak oldum
Hava oldum
Ay oldum
Yıldız oldum
Sonsuz boşluk oldum boşluklarda.
Sonra
Bir ara müsait oldum
Oturdum kendime çay koydum
Güzel bir filme göz yaşı
Sobaya bir kaç odun koydum
Oturdum koltuğa yastık oldum
Yorgan oldum
Bedenine akan ter oldum
Kurudum
Sen oldum
İçinde saklandım durdum
Durdum.
Durdum.
Başka bir şey olmaktan korktum
Durdum.
Biz olduk.
Sen, ben, biz.

Kozyatağı

Kozyatağında açtım gözümü
Bir müzik
Bir heyecan
Gökyüzünü satın almışlar
Bir de ferman yayınlamışlar
Artık uçmak yasak ne kuşa ne insana.
Bir çatı katı kalmış ellerimizde
Ufku satın almamışlar
Alırlar elbet yakında.
Bir kuş kanadını sattı bugün
Geçim derdi diye diye
Bir sinek ağladı
Ardından binlercesi.
Bizim sincap sigaraya başlamış
Tavuklar artık yumurtlayamazmış
Kaplumbağa kabuğunu atmış
Yuva kuran kuşlar yuvasız kalmış
Bizim kamburun kamburuna kambursuz biri talip çıkmış,
Topalın topuğuna topuksuz
Yaralı bir ceylanın yarasına yaradan sahip çıkmış
Bir devrim başlayacakmış ki
Başlayamadan yoksul kalmış.

12 Ocak 2016 Salı

Kelebeğin ömrü kısa olur

13 yaşımda doğdum
Bir yusufçuk kanadında
İpekten koza içinde
Öylesine sıcak ki,
Doğmuşum ama doğmak istemiyorum
Sanki içeride dursam daha uzun yaşayacağım
Acıyı tatmayacak,
Şeytanla tanışmayacaktım
....
Bugün kanatlarım çıkmaya başladı.
Şimdilik bir tane tüyüm var.
Tüm gün dokunmadan edemedim.
....
Bir çığlık duydum.
Ne çok uzun nede çok kısa
Sanki sevişme çığlığı gibi
....
Kanatlarım git gide çoğalmaya başladı.
Sanırım artık dışarı çıkmak istiyorum
....
Kozam yırtıldı.
....
Bir ışıkla uyandım,
Sarı, parlak bir ışık,
Sanırım artık dışarı çıkacağım.
....
Dışarıdayım.
Yeşil bir orman
Mavi ve hamile yusufçuk üzerinde atlamaya cesaret arıyorum.
....
Bir çiçeğe konuyoruz,
Yusufçuk yumurtlamaya başlıyor,
Şeffaf ambalaj içinde hediyeler gibi tek tek dökülüyorlar.
Her doğum başka bir ölümü getirir diyor ve atlıyorum.
....
Gökyüzü tutuyor beni,
Tüm gün.
....
Gün bitiyor,
Yoruluyorum,
Sanırım artık ölüyorum,
Eee nede olsa,
Kelebeğin ömrü kısa olur.

Kayıp galaksiler.

Uzay taşları buldum, derinlerde.
İçlerinde gemilerle,
Hiç açlık çekmemiş belli ki,
Gecelerce.
Güvertede gezen bir kedi,
Elinde viski şişesi,
Aşık olmuş belli ki.
En son ne zaman ayık olmuş,
Bilmez bilinmez derecede.
Zaten kim ne bilir ki
Herkes kutsal kitap gibi görür kendini
İçten içede bilir gazete bulmacası olduğunu
Viski şişesi
Elden ele gezdikçe.

Gökyüzünde yaşamak zor.
Körkütük karanlık değil elbet,
Aydınlık da değil,
Bazen orion bulutsusu,
Bazense nebula dans eder ölümüne.
Bir yıldız doğacak yakında
Onlar için yakın
Bizler için uzak

Daireler çizen bir dağ üzerindeyim
Sevginin yasaklandığı boşluklar denizinde
Yazı, kışı, baharı karanlık
Nebulası
Orionu
Yengeç bulutsusu,
Gelmeyin üzerime.

Gökyüzünde yaşamak zor.
Osuracansan kendini bağlaman gerek,
Ayakların kesildimi yerden
Bir daha inmez geri.
Hani derler ya osursan ölecek,
İşte burada osurursan ölürsün.

11 Ocak 2016 Pazartesi

Sinek ısırıklarından şehirler.

Sinek ısırıklarından şehirler var üzerimde.
Amelesi olduğum şehri ben kuruyordum bir nevi,
Tırnaklarım yükseltiyordu temelini şehrin.
Öyle tatlı kaşınıyorlar ki dayanamıyorsun,
Geçip bir kenara tırnaklarınla, tarakla, lifle hatta koltuk kenarıyla bile kaşımak istiyorsun.
Ve kaşıyorsun da, ta ki yerini acıya bırakana dek.
Derken şehrin mimarı sinek tekrardan geliyor,
Ülke olma çabası içinde (Sanki cesur yürek izlemiş de gelmişcesine iniyordu)
Derken bir savaş başladı,
Ne bir şehir kaldı geriye,
Nede mimar,
Ne çok ölen oldu,
Nede az,
Yalnız bir kişi yumdu karanlığa gözlerini.

ölümün sessiz çığlığı

Yürüyorum gecenin ıssızlığında,
Ne yol var önümde nede yolcu,
Toz toprak çamur seviyor bir tek beni.
Paçalarımla sevişmeleri kuruyana kadardı,
O da gün doğana kadar sürdü.
Kuruyan aşıklar,
Parsel parsel döküldü.
Sonrası,
Sonrası ölüm.
Paçalarımda ölümün gölgesi,
Ben yine yürüyorum.


9 Ocak 2016 Cumartesi

Kaldırım taşı ve ölüm

Yorgun düşmüştü adalet.

Kolay değildi elbet,
Kainat 6 günde kuruldu kurulmasına,
Ama ilk önce adalet kuruldu.
Ve bir gün bile adalet hakim olmadı yeryüzüne.
Adaletsizlikde kurulmuştu, kendi çabalarıyla.
Nasıl bir insan kötü ile iyiyi besleyebiliyorsa bedeninde,
Adalette adaletsizliği beslemiş,
Taki bugüne kadar.

Adaletin ne tam yoksun nede tam hakim olduğu varoluş zaman dilimi sıkmıştı artık.
Uzayın boşluğunda oturup,
Meteordan cigarasını sarıp, (en ucuzu bu)
Güneşle yaktıktan sonra,
Bir fincan kahveyi boşluğa döküp pipetle içmeye başladı.
Ve evrene seslendi : Yiyin birbirinizi amk.

Çok geçmeden adaletsizlikde geldi.
Elinde bir bisküvi,
Adaletin kahvesine batırdı. (Kendi kahvesi olmasına rağmen)
Ve o da seslendi : Sikerim böyle adaleti.

Bir boşluk oluştu.
Kafası karıştı insanların, hayvanların ve kainatın.
Neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmeksizin yaşıyorlar artık.

Ölümün bile aklı karıştı,
Kaldırım taşının canını almakla geçirdi bir kışı.
Ve aldıda...

7 Ocak 2016 Perşembe

Adaletsizlik

Herşeyin bitmesini istediğin vakit,
Daha sıkı sarılmalısınki bitsin,
Yoksa bitmesini istediğin şey tekrardan başlıyor,
En baştan.
Bu bir kısır döngü.
Hayat daima istemediğini sunar,
Çiçekli tabaklar,
Şampanya kadehlerinde.
Ölmek istersen yaşarsın.
Yaşamak isterken ölürsün,
Kilo almak için yersin,
Hastalıktan yiyemezsin,
Zayıflamak için yemezsin,
Paran olmadığından yiyemezsin.

Ama ölmeyi bir günlüğüne dahi düşündüysen,
Hayat onu sana eninde sonunda verir.
Ve ölürsün.

İçe kapanık duygular koğuşu.

Bugün ilk defa hıçkırıklara boğuldum,
Gözlerim barikatlar, engeller olmadan,
Engin pınarlar gibi aktı,
Bugün özgürlüğü yaşadığım gün.
Özgürlüğün hep başka boyutlarda,
Başka bedenlerde olduğunu gördüm,
Doğuştan bahşedilmiş gibi.
Ben ilk defa özgürlüğü tattım.
Başkaları için değil kendim için yaşadım,
O an.
Göz yaşlarım bitti,
Mutsuzluğum dindi.
Özgürlüğüm gitti.
Kim bilir bir daha ne zaman gelir.

2 Ocak 2016 Cumartesi

Hayat bizi sevmedi.

Başlangıçta ne hayat ister seni,
Nede sen hayatı,
Ama ikisininde elinden bir şey gelmez,
Durdurmak için.
Ve sonrasında durdurmazsında,
Çünkü.
Doğduğunda doğmadan önce yaşadıklarını bilmezsin,
Bir geçit diğer geçidin anılarını yok eder,
Geçide ağlayarak girer,
Ağlayarak çıkarsın,
Ve çıktığında popona bir kaç şaplak.
Hoşgeldinnn.
Gelmemek için neler yapmazken fani hayata,
Gitmemek için de uğraş veriyoruz birde,
Peki hangisini istiyoruz asıl.
Aslında ne istediğimizi bilmiyoruz.
Sadece korkuyoruz,
Sunulan ikilemlerden,
iyi ile kötüden,
Yaşamdan,
Yaradandan,
Kısacası herşeyden korkuyoruz.
Adem elmasına uzanır gibi.

1 Ocak 2016 Cuma

Erkekler

Beklemek zordur,
Fakat dönememek daha da zordur.
Gelicem dediyse mutlaka gelir,
Bütün gemiler söndürsede ışıklarını,
Yolunu bulur gelir.
Erkekler kolay kolay pes etmez küçüğüm,
Yenilirler,
Sonra tekrar yenilirler,
Sonra tekrar ve tekrar.
Hayatı ellerinde,
Zamanı ceplerinde sanırlar.
Ama hiçbir şeyi tutamazlar.
Acı çekerken şair,
Mutluyken çocuk olurlar.
Kısaca erkekler her şeyi bilir hiçbir şeyi bilmezler.
Büyükbabamdan öğrendiğim bir şey varsa o da,
Erkekler yanan ahşap bir ev kadar kudretli,
Bir çocuk kadar sümüklüdür.

Sipariş üzeri düş.

Benim olmayan bir düş gördüm,
Nereden geldiği kimin olduğu belirsiz bir düş.
Cebimde bir bilet,
Bedava bir merdiven,
Bolca yokuş,
Git diyorlar gidiyorsun.
Bir erkek seviyorum.
Ama ben erkek sevmemki!
Yinede seviyorum.
Mavi yıldız doldurulmuş ceplerine,
Yatağında bir tutam ay,
Ay ki ne ay.
Yağım tükendi kandilim söndü.
Her ölüm erkendir derler,
Uyandım,
Yan masadan bir düş daha geldi,
Yine aynı kız göndermiş,
Kıramadım tekrardan daldım...

Dünya defterim

Bu hissi yaşamayalı yıllar olmuştu,
Zaman akmıyor,
Kum saatinde kumlar düşmüyordu.
Rüzgar yaprakların yere varmasını istemiyormuş gibi,
Birde sanki benim de oraya fazla olduğumu söylüyordu.
Orada uzanmam hayatı sıkıyor,
Doğayı bozuyor gibi,
Topu topu on dakika durabilmiştim,
O on dakika on yıldır oradaymışım hissini yaratırken,
Ya zaman çok hızlı aktı on yıl ilerideyim şuan,
Yada beynim on yıllık horman salgıladı.
Ama ben yine aynı sarhoş, Pasaklı,
Vücudu gazete ile sarılmış kişiyim,
Yada beynimin sağı sarhoş solu zeki,
Son ihtimal ben bir deliyim ve dünya defterim...

31 Aralık 2015 Perşembe

He-Man

Ben de aşık olabilirdim Eros gibi
Savaşa bilirdim inandığım şeyler uğruna
Dalgalara karşı poseidon gibi
Dar durmasaydı hayat
Ölüme koşabilirdim
Belki bir, belki bin sevgili ile,
Tanrı olmak kolay değil dedi,
Tanrı olanlar,
Tanrı olmak için kul olmak gerekirmiş ilk,
Ve kul olmak kadar kolay bir iş yokmuş,
Bir kez tanrı oldun mu,
Daima şaşırtman gerekir kullarını,
Dedi ve duraksadı tanrı,
Tanrı olmak zor bir şey olmasa gerek,
Yoksullukla terbiye etmek,
Ateş ile korkutmak
Ve bin mutsuzluk sunup,
Bir mutlulukla idare etmeyi öğretmek,
Sonra,
Sonrası bulutların üstüne yer etmek,
Derler ki tanrı dünyayı 6 günde yarattı
7’nci gün dinlendi,
Peki sizce ne kadar iyi yapmış?
Eğer tanrı ben olsaydım,
Kanı çay yapardım,
Kelle paçayı kaldırır,
Şalgamı içki,
İçkiyi göz yaşı yapar,
Paçalı donu yasaklar,
Politikayı petibör büskivi yapar,
Siyaseti çaya banardım,
Yaratılanları yoktan var etmezdim,
Çünkü yoktan gelen yok’a gider,
Belki bir şarkının,
Yada bir dansın figüründe yaratır,
Varoluşundan önceki de her şeyi sunardım,
Bizler doğduk,
Dinledik,
Aktardık,
Sadece söylenenleri biriktirdik,
Bazen kelimelerin yerlerini değiştirip farklı şeyler söyledik,
Ama yine aynı kelimelerle,
Poseidon’u görmedim ne denizde nede kıyıda,
Eros’u da, aşkını da,
Zaten aşk dediğin sadece karın ağrısı ve kalp sıkışmasından başka ne,
İstemek, elde etmekten başka bir şey değil.
Kim verebilir bana karahindibağın doğuşunu,
Yada yusufçuk kuşunun sevişme çığlığını,
Bok böceğinin yuvarladığı kürenin zevkini kim sunabilir.
Doğacağımı bilsen tekrardan,
Sinek kuşu olarak dönmek isterdim,

Bakardım bulutlara o zaman tanrılar gerçekten oturuyor mu?

Yalnız ölmek çok koyuyor be adama.

Sabahları güzelleştirelim!
Gün doğmadan,
Veya doğarken!
Gölgesiz güneş altında!

Bir tavşan niyetine yazılmış gibi hayallerimiz.
Bir sakız falına,
Bir sokak duvarına.

Böbrek taşını taş yutmadan oluştuğuna inandığımız gibi!

Bizi de seven olacak mı
Kendini cama vuran sinek gibi
Belki delice
Belki alışkanlıkla

Yalnız ölmek çok koyuyor be adama.

Yasadışı vitamin

insan ömrü, bir şarkı kadardır derler.
Ve bu şarkıyı ölmeden hemen önce dinlerlermiş..
Bu sebepten müzik dinlemeyi bırakan insanlar bile olmuş zamanında,
ölümsüz olma çabasında olan ahmaklar sürüsü, hep olağan çevremizde.
Ölmediğin sürece yaşamanın cazip bir yanı yoktur.
Günah diye yasaklanan,
ve hamile kalma, bırakma korkusu ile şevişmek gibi.
ölmek gibi şeyler yaşamayı hoş kılar.
Eğer yasadışı olsaydı,
kendimize c vitamini bile enjekte ederdik.